Melankolik kahve çekirdeklerinden yapılmış bir fincan espresso’ydum, çok uzun yıllar da öyle yaşadım; ta ki bir kış sabahı uyanıp da tesadüfen Norveç folk’unu keşfedene dek.
2017’de Siv Jakobsen’in ‘The Nordic Mellow’ albümünü ilk kez dinlediğimde kopkoyu bir espresso olmayı bıraktım ve badem sütlü bir latte’ye dönüştüm. O günden sonra da içime huzur serpen, kalbimi yumuşatan bu şarkıcı/söz yazarını takip etmeyi hep sürdürdüm. Derken mutluluk bir gün aniden gelerek tarçın gibi serpildi köpüğümün üzerine.
Hayatınızda tıpkı benim gibi birazcık olsun yumuşaklığa ihtiyaç duyuyorsanız Jakobsen tam size göre. Karlı kuzey ormanlarında, yaban kazlarının ziyaret ettiği sarı bir verandada, yaban çiçekleriyle dolu bahçesinde, yemyeşil bir gölde süzülen ucuz bir şişme botun üzerinde söylüyor şarkılarını. Güneşin, ayın ve yıldızların altında; birilerinin onu duyup duymadığını önemsemeksizin, mutlulukla, sadelikle, zarafetle ve kendi kendine.
Bize en mutsuz günlerimizde bile kendimizi zorlayıp ‘konfor alanımızdan çıkmamız’ ve boyumuzu aşan maceralara atılmamız gerektiğini tavsiye eden popüler guruların aksine, Jakobsen’i dinlerken belki de sadece kanepeden kalkıp evimin önündeki bahçeye çıkmamın yeterli olduğu hissine kapılıyorum.
Bugünlerde konfor alanımdan çıkmak falan değil, bahçemdeki nar ağacının gölgesine uzanıp, kulaklığımı takıp, bir Siv Jakobsen albümü açıp, tatlı bir uyuşukluk içinde, saatler ilerler ve üzerimi örten gökyüzünde güneş, ay ve yıldızlar belirirken, sırf var olduğum için hayata teşekkür etmek istiyorum.
HAYATTA KALMANIN BİR YOLU: BAHÇE
Siv Jakobsen, 2023 tarihli nefis ‘Gardening’ albümünde geçmişi ardında bırakıp bir bahçe yapmaktan söz ediyordu. Geçmişin hayaletleriyle yüzleşmekten ve onları özgür bırakmaktan… Bahçesi, tıpkı zihni gibi, tekrar tekrar büyüyecek fikirlerle ve duygularla doluydu. Bahçe, hayatta kalmanın bir yoluydu.
Yumuşacık melodilere eşlik eden hüzünlü şarkı sözleriyle, geleceğe dair içinde karanlık da olsa bir umut barındıran, çok kişisel bir albümdü bu. Bahçeme balkabakları ve ayçiçekleri ekmek için ilham vermişti bana. Bir de nedense, yeniden kâkül kesmek için. Onu dinlemek eski kimliklerden sıyrılıp yüzünü her şeye rağmen güneşe dönmek demekti.
Özellikle Jakobsen’in melankoli kraliçesi Ane Brun’la birlikte yaptığı ‘Sun, Moon, Stars’ şarkısı ile kalbimi çalan ‘Gardening’ albümü, gelincik kırmızısı bir tulum giyen genç bir kadının, sanki üzeri yavaş yavaş gece kelebekleriyle kaplanan bir seranın içinde, orkidelere çaldığı bir müzikti.
Şimdi, kâküllerim uzarken ve yaz güneşi etrafı kasıp kavururken, serin Norveç folk’u en güzel haliyle bir kez daha sızıyor dünyamdan içeri. Siv Jakobsen’in yeni EP’si bird’s-eye view müzisyenin çok sevdiği dört şarkının akustik yorumlarından oluşuyor ve onu dinlemek insanı tuhaf bir biçimde yatıştırıp sakinleştiriyor.
Albümde yer alan The Cure klasiği ‘Just Like Heaven’, onun ellerinde kanatlanıp beyaz bir güvercine dönüşüyor. ‘Lay All Your Love On Me’ yorumu ise hayatım boyunca ABBA’nın biraz yüzeysel bir grup olduğunu düşündüğüm için kendimden utanmama sebep oluyor.
NORVEÇ DESENLİ, EL ÖRGÜSÜ, KALIN, DEV BİR KAZAK
Bütün bir EP Norveç desenli, el örgüsü, kalın, dev bir kazağı andırıyor. Şunu fark etmek ise sevindirici: Tıpkı sık sık Cat Power’ın da yaptığı gibi, Jakobsen de en sevdiği şarkıları yorumlarken onları kendine mal etmenin bir yolunu buluyor.
Bazen dev bir kazağın içinde yaşamak istersiniz, derken hayatınız boyunca zaten dev bir kazağın içinde yaşamış olduğunuzu fark edersiniz. Kimsenin kazağın içindeki kişiyi gerçekten görmediğini… Ama içerisi öylesine konforludur ki, dışarı çıkmak ve dünyaya merhaba demek istemezsiniz.
Biliyor musunuz, belki de çıkmak zorunda da değilsiniz. En azından henüz değil. Belki de biraz daha buralarda kalmak ve dış dünyayla yüzleşmeden önce güç toplamak mümkündür. Belki de kendimizi canlı hissetmek için büyük maceralara atılmamız ya da günümüzü açık hava aktiviteleriyle doldurmamız filan gerekmiyordur. Belki de ucuz bir şişme botun üzerine uzanmak ve ellerimizin arasında tuttuğumuz bir termos badem sütlü latte ile güneş, ay ve yıldızları seyretmek yetiyordur.
Balkabaklarım ve ayçiçeklerim büyürken, yüzümde bir gülümseme beliriyor. Bunun için Siv Jakobsen’e bir teşekkür gönderiyorum. Bir an için onun şarkılarından örülmüş dev bir kazağın içinde yaşamak istiyorum. Ama hava bunun için fazla sıcak. Bu yüzden, müziğin sesini biraz daha açmakla yetiniyorum:
Ve sonra, fısıltıdan da alçak bir sesle, “Don’t go wasting your emotion… Lay all your love on me…” diye söylemeye başlıyorum.